Rânâ İSLÂM DEĞİRMENCİ:“İNSAN”A YÜREKLİ BİR BAKIŞ
“İNSAN”A YÜREKLİ BİR
BAKIŞ
Dünya,
tarihî dönemeçlerinden birine daha girdi; şu, son birkaç yıldır… Üstelik, ister “Batılı”yım, ister
“Doğulu”yum desin ve ister yalnız kendi cephesini, kendi geleceğini düşünsün
isterse -hangi cepheye/ bloğa/ bakış açısına/ hedefe dahil olduğuna inanırsa
inansın, inandıkları uğruna mücadele ederse etsin- “insanlık”ın geleceği ve
barışı için de ter döken, kafa patlatan, yürek sızısı taşıyan “insan”ım desin;
dünyanın her bir köşesine savrulan tüm insanlar şaşkın…
Bundan
–çok değil- otuz-otuz beş yıl öncesine kadar, her şey kolaydı. Dünya üzerine
yayılmış milleti, inancı, hedefi, gizli-açık planı, sızısı, özlemi ne olursa
olsun her bir birey için dünyanın, blokların, Doğu’nun- Batı’nın, inancın-
inançsızlığın, devletin- milletin, gelişmenin -kalkınmanın, askerin, sınırın,
“ötekinin“-“berikinin”, legalin- illegalin, dostun-düşmanın tanımı aşağı yukarı
şekillenmişti –ve hemen hemen dünyanın farklı köşelerinde yaşayan insanlar için
farklı pencerelerden de bakılsa- aynı
şeyleri ifade ediyordu. Evet, 90’lı yıllarla beraber bloklar ya da perdeler
kalktı. Ve evet, insanlar (ve onları temsil eden millet ve devletler) daha
özgür ortamda kendilerini ifade etme “özgürlüğüne” kavuştu. Birçok yerde
“demokrasi ya da demokratikleşme” adına büyük adımlar (bu adımlara gelişme
demiştik; yoksa “genleşme” mi deseydik acaba) atılmıştı. Görünüşte, tüm
insanlığın refah seviyesi arttı. Bu seviyenin ya da gelişmişliğin(!) en büyük
ispatı ise; dünyanın en ücra köşesine saniyenin binde biri hızla ulaştığımız ve
“asıl düşüncesini bilmesek de”, kendisini yüz yüze görmeden/tanımadan
anlattıklarını dinlediğimiz, “en son ne yedi, ne giydi”ye kadar yaptıklarını
bir karede seyrettiğimiz insanlarla sanal dostluklar kurabildiğimiz, internet /
iletişim ağı gösterildi.
Hiçbirimiz
vakit geçirmedik; bu “global büyük köyde”, çoğu sanal olan dostlarımızla güllük
gülistanlık görünen dünyamıza “merhaba” dedik, o sıcak ve hakikat sandığımız
“merhaba”nın ardına gülücükler ekledik. İşte bu kadardı; insanlık, medeniyetin
doruk noktasında idi. En önemlisi de; herkes kardeşti. Herkes medeniyeti
yakalamıştı ve herkes gülüyordu. Kardeştik… Olsun, bir yerlerde bombalar
altında çocuklar ölüyordu… Bir yerlerde yöneticiler halkını eziyordu. Bir
yerlerde balinalar insanlardan kıymetli idi. Bir yerlerde, insanlar
inandıklarını öne sürerek inananlara zulmediyordu. Olsun, dünyanın bir
köşesinde insanlar açtı, açıktı. Ama biz yine “dost(!)”larla gülücükler saçtık
dünyaya… Elimizdeki cep telefonundan “bir çocuğun kıyıya vuran cesedini”
anlatan kareyi ilk gördüğümüz zamanlar; yüreğimiz parçalandı, üzüldük, acı dolu
şiirler yazdık, gruplar kurduk sanal imzalar topladık. Değil mi ki kardeştik.
Bu ve buna benzer yaptıklarımız ( insanî eylemlerimiz(!) ) hem vicdanımızı
rahatlatırdı, hem de “kardeşliği” perçinlerdi. Üstelik, renkli karelere takılan
“o, ölenler” ve “o, bombayı atanlar” “özgürlük ve demokrasi” adına bir potada
eriyen “insan” değiller miydi? Kardeşlik ve insanlık için katlanırdık, bu
görüntülere… Onun için olsa gerek; uzun yıllar “elimizdeki cep telefonuna
sığdırılmış”, küçültülmüş ama mutlu ve özgür dünyamızda, olanları “gişe
rekorları kıran pahalı ve başarılı bir holywood filmi gibi” izledik… İzledik!
Tüm dünya izledik. Batılı da olsak, izledik; Doğulu da olsak, izledik… Batı,
hemen her duruma akılcı çözümler ya da akılcı izahlar getirdi. Üstelik, olan
bitenin çoğu kendi diyarlarından çok uzaktaydı. Doğu, inandı; inananların inananlara
zulmetmeyeceğine de inandı; yüreğin ve cesaretin –akıl olsa da olmasa da-
birçok derdi tek başına çözebileceğine de inandı. Batı’dan ya da Uzak Doğu’dan
“ışık hızı ile gelen” elindeki cep telefonuna, omzundaki silaha inandı. Hem
Batılı ve Doğulu olmanın da pek bir önemi de kalmamıştı ki? Batılı da Doğulu da
olsa kardeştik… Güçlü idik, teknolojiyi ve çağı yakalamıştık. Bütün ülkelere
demokrasi ve özgürlük geliyordu. Bu, “özgürlük” öyle sihirli idi ki; ülkelere,
milletlere de değil sadece; halklara,
topluluklara da geliyordu. Hatta, onu geçtik! Birey olarak hepimiz
“dünyayı yöneten tek hakim olacak kadar” özgürleşiyorduk…
Ama
son beş-on yıla gelindiğinde dünya bir yerlerde tıkandı galiba… Para için,
refah seviyesi için, dünyanın hakimi olmak için bir araya gelenler (hani “Batı”
derlerdi); önce ekonomide sarsıntı geçirdiler, sonra sosyal yapıda… Avrupa
Birliği’nde huzursuzluklar başladı. Dünyanın en güçlü ekonomileri
sallandı. Amerikalı anneler isyan etti:
“Benim oğlum neden Afganistan’da ya da Irak’ta asker?..” Uzaktan seyrettiği “göç
dalgaları”, “feryatlar”, “canlı bombalar”, “terör belası” ve daha neler neler…
geldi dayandı akıllı(!) Batı’nın kapısına… Doğu… Ah Doğu! Doğu kalbi unuttu. Ya
da “akılsız kalplerin” hiçbir anlam ifade etmediğini acı tecrübelerle anladı.
Doğu toplumu unuttu da, bireyi anlamadı ki! “Özgürlük ve demokrasi ha geldi ha
gelecek” diye beklerken, kendi yöneticileri, kendi kardeşleri, dostları, yol
arkadaşları tarafından “vuruldu” Doğu… “Sürüldü”, “Tarihi, geçmişi, yüreği,
,inancı” örselendi. O, eline tutuşturulan “cep telefonundan“ medet umdu,
ısrarla; tek hafızası o imiş gibi… Uzun yıllar sonra baktı ki; kimse(ler)den
istediği, özlemle beklediği “insanlık”, “kardeşlik”, “demokrasi(!)” eli
gelmedi… Yürekli(!) Doğu’nun yüreğine kardeş eli ile, “insan” eli ile kurşun
sıkıldı…
Ve
şimdi… Dünya şaşkın! Ne zaman ki, Batı’nın yıllardır sağır kaldığı “ölüme
yolculuklar”, “insanlık göçleri” Batı’nın kapısına dayandı… Ve ne zaman ki,
Doğu, kardeşinden bile medet umamazken Batı’ya bel bağlayamayacağını acı
tecrübelerle anladı… Aklın yüreği titredi… Yüreğin aklı çalıştı…
Doğu ile Batı’nın köprüsü Türkiye… Doğu ile Batı Uygarlığının her daim el sıkıştığı Anadolu Toprakları / Türkiye… Dünyayı ve insanlığı uyandırmanın; aklı ve yüreği insanlığa hatırlatmanın tek umudu Türkiye! Öyle bir örnek ol ki dünyaya; yürek ve akıl, bir arada olmaları gerektiğini; insanlık da “akıl ve yüreği” samimiyetle, cesaretle keşfetsin. Artık insanlık; yüreksiz akıl, akılsız yürek olmayacağını anlasın. Dünyanın neresinden bakarsanız bakın; dünya tek ve “insan”ların “insanca” y
Onun
için kıymetli dostlar; insanlık sınavından geçtiğimiz bu tarihî günlerin
kıymetini iyi bilmek gerek… Zira, dünyada “insanlık” öldüğünde tüm dünya yerle
bir olacaktır. “İnsan” deyince, bu
sınavdan kırık not almadan geçmek gerek… “İnsanlık” adına ülkemin eline geçen fırsatı
iyi değerlendirmek gerek. Yoksa… Aksini düşünmeye ne aklım ne de yüreğim
dayanır; insanlık için titreyen bir insan olarak… “İnsanlık”ta hakkaniyetle ve
kardeşçe buluşmamız, “insanlıkta” gelişmemiz dileğimle…
Haydi
Türkiye, aklın yüreğini ve yüreğin aklını göster tüm insanlığa…
Saygılarımla.
Rânâ
İSLÂM DEĞİRMENCİ-KHA
Eğitimci/
Şair-Yazar ANKARA
ranadegirmenci@hotmail.com
Hiç yorum yok: